Kaybetmek ve Ölüm

 Bu aralar birçok ölüm haberleriyle karşılaştım.Bir öğretmen arkadaşımız çocuğunu kaybetti,okul müdürümüz babasını kaybetti,yengem ise dedesini kaybetti.Tabi insan bu kadar  ölüm haberleriyle karşılaşınca insanın aklına şu sorular geliyor:

-Ölüm Nedir? Bir son mu? Bir başlangıç mı?

-Ölümle karşılaşınca ’ Kaybettim,Kaybettik’ kelimelerini kullanıyoruz,gerçekten kayıp mı ediyoruz?

-Anne-Babalar çocuklarına ölümü nasıl anlatmalı? tarzında sorular aklıma geldi.

Popüler Kültür aslında bizi bu sorularla muhatap etmek istemez.

Geçmiş günü beyhude yere yâd etme

Bir gelmemiş an için de feryat etme 

Geçmiş gelecek masal bunlar hep 

Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.

Ömer Hayyam’ın dediği gibi popüler kültür eğlenmene bak der,kafanı karıştırma der,bunları fazla düşünme der; Acaba popüler kültürün insana fısıldadığı bu ifadeler ruhu tatmin ediyor mu??

Gelelim aklıma gelen soruların ilkine ölüm nedir?Bir son mu? Bir başlangıç mı?

Ölümü bir son diye düşünmek ruhuma bir kasvet verdi.Eğer ölüm son olursa bu kadar dünyaya ve insana yapılan masraf niye diye düşünesi geliyor.O zaman ölümün son olmaması gerekiyor.Necip Fazıl’ın dediği gibi sonum yokluk olsa bu varlık niye? Mesela çok zengin hem de cömert bir insan olsa ve koskoca bir sarayı olsa ve bizi sarayına misafir etse, sarayın 1.katında çeşit çeşit yemekleriyle bizi misafir etse,2.katta da çeşit çeşit meyveleriyle bizi misafir etse,3.katta da çeşit çeşit içecekleriyle bizi misafir etse daha sonra en son kata çıkarıp bizi aşağı atıp öldürse bu durum adaletli olur mu? Diyelim en son kattan aşağı atıp öldürdü.Şu sorular aklımıza gelmez mi?Eğer en son kattan aşağı atıp öldürecekti o zaman niye bu kadar sarayında çeşit çeşit yemeklerini,meyvelerini,içeceklerini bizlere ikram etti?

Aynen onun gibi eğer ölüm yokluk olsa Yaratıcı insana neden bu kadar masraf yapıyor?Çeşit çeşit yemekleriyle,meyveleriyle,sebzeleriyle ikram niye? Yoksa Yaratıcı israf mı yapıyor? Tabi ki de hayır! Akıl ve Mantık delilleri gösteriyor ki ölüm yokluk değil,hiçlik değil,ölüm bir tebdil-i mekandır yani yer değiştirmedir.Nasıl ki toprağın altına giren tohum zahiren çürüyor fakat o çürümeyle birlikte ağaç olma yolunda ilerliyor.İnsan da toprağa girecek ki başka alemde dirilsin.

Aklıma gelen ikinci soruyu düşündüm.Birisi vefat ettiği zaman çok kullandığımız kelimeye ‘Kaybettim’ veya ‘Kaybettik’.Aslında acı veren bir kelime.Psikiyatri kitapları inatla kayıp kelimesini kullanır. Psikiyatrist Mustafa ULUSOY der ki:’’Kayıp kelimesi ne kadar da iğretiydi.İnsanların yüreğini yakıyor,ölüm hadiselerini işkenceye dönüştürüyor,ruha batan bir kıymık gibi tedirginlik veriyordu.’Kaybettim’ de acı vardı.’Kaybettim’ de sahiplenmek vardı.Mülk edinmek vardı.İnsan sahip olduğuna inandığı şeyi kaybederdi.’Kaybettim’ benliğin oyunu idi.’Kaybettim’ demekle kaybediyorduk.’Kaybettim’ dedikten sonra ruhun huzur bulması imkansızdı.

Bir varlığın ölmesi ile onu kaybetmek,aynı şeymidir?’’

Gelelim aklıma gelen soruların üçüncüsüne anne-babalar ölümü çocuklarına nasıl anlatmalı? Psikiyatrist Mustafa Ulusoy Giderken  Bana Bir Şey söyle adlı eserinde eldiven örneğiyle bunu anlatıyor:

‘’Dr. Mavi, odasının en sevdiği köşesinde duran kutunun yanına giderek kapağını açtı ve içinden bir çift eldiven çıkardı. Sağ tekini sağ eline giydi. Bunlar senin eldivenlerinde işte Eflatun. Sen gidince eldivenlerin kalmıştı geriye. Daha doğrusu, onları Mavi’ye vermiştin, hatırlıyorsun değil mi? Bak, eldivenlerinle ne yaptı Dr. Mavi. Aynısını sana da yapmıştı. Eldiveni taktığı elinin parmaklarını oynattı, masadaki bardağı tuttu, sonra bıraktı, ardından bir kalem aldı eline, bir şeyler yazdıktan sonra onu da masanın üzerine bıraktı.

Sen de bayılmıştın, Mavi’nin eldivenle ruh ve beden ilişkisini anlatışına öyle değil mi Eflatun? Sonra eldiveni sol eliyle sağ elinden çıkartıp masaya bırakıverdi. Eldiven masaya yığıldı. Sonra yine sağ elinin parmaklarını oynattı, tekrar bardağı tuttu ve masaya bıraktı, yine kalemi eline aldı, onu da bıraktı.

İşte” dedi “Lila’ya böyle anlatabilirsiniz. Benim yaptığım gibi. Eldiven, insanın bedenini temsil ediyor. Parmaklar ise ruhunu. Ölürken, sol elimin yaptığı gibi bir melek gelir ve bedeni ruhtan ayırır. Bedenin yaşamı ruha bağlıdır. Eldivenin hareketlerinin, parmaklara bağlı olması gibi. Beden, eldiven gibi hareketsizleşir, cansızlaşır, yığılır kalır. Ama parmaklar canlılığını ve hareketinin devam ettirir.”

Bu güzel bir benzetme. Ama Lila’yı Haki’nin bedeninin mezarın içinde olması da tedirgin ediyor. Bunu nasıl açıklayabiliriz ona?”

Eldiven benzetmesini benim yaptığım gibi uygulayarak anlatın Lila’ya. Sonra eldivenleri alıp bahçeye inin. Küçük bir çukur kazın. Eldiveni çukura yerleştirin, üzerini toprakla örtün. Ve Lila’ya şunu sorun: Eldiven bu çukurun içinde üşür mü, aaa beni burada yalnız bıraktınız, bana ne olacak der mi?”

Bu benzetme ikisinin de hoşuna gitmişti. Hatta Turkuaz, bundan kendisininde yararlandığını söyledi. Çünkü mezarda olmak bazen onun da kafasını karıştırıyor, mezarın içinde yalnız kalırım, üzerim toprakla kapatılınca nefessiz kalırım diye tedirgin oluyordu kimi zaman. Hemen eve gidip bunu Lila’ya anlatacaklarını söylediler.’’

Psikiyatrist Mustafa Ulusoy’un  eldiven örneği ölümü çocuklara anlatmamız açısından bize dürbün vazifesi görüyor.

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.