Telefon Olmak İstiyorum

 Adam işten eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Baba kapıdan içeri girerken çocuk babasına: “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun” diye sordu.

Asabi ve ilgisiz baba: “Bu senin işin değil” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk: “Babacım lütfen, bilmek istiyorum diye üsteledi. Baba kızgın bir ses tonu ile: “İllâ da bilmek istiyorsan 20 TL alıyorum diye cevap verdi. Baba sonrasında da çocuğuna: “Hadi git başımdan… Hadi hadi derhal odana git ve kapıyı kapat” dedi. Çocuk büyük bir hayal kırklığı ile başını önüne eğerek sessizce odasına gidip kapıyı kapattı.

Çocuk aradan bir saat geçtikten sonra yastığın altından harçlığından biriktirdiği paraları çıkardı ve babasının yanına gitti. Çocuk, yüzünde korku, kaygı, telaş ile iç içe geçmiş bir gülücükle paraları babasına uzatarak: Babacığım bu harçlığımdan biriktirdiğim 20TL’yi sana verirsem bir saatini bana ayırır mısın?

Ey anne babalar..! Öğrencilerine, “ne olmak istiyorsunuz” diye soran bir öğretmenin aldığı cevap ne, biliyor musunuz? Çocuğunun biri: “Ben telefon olmak istiyorum.” Çünkü anne-babam telefonlarını çok seviyorlar. Ve “bütün zamanlarını telefonları ile geçiriyorlar” diye cevap veriyor.

Esasında bu soruya çocuğun verdiği ders niteliğindeki manidar cevap, adeta bütün çocukların iç sesini ve meramını yansıtan bir dramı ifade etmektedir.

Evet, maalesef bu toplumda, ben çocuklarım için çalışıyorum deyip de,  çocuklarının yüzüne bile bakmayan ve çocuklarına zaman ayırmayan sayısız baba var. Gerek kendine yoğunluk imajı veren, gerekse de telefonun-televizyonun ya da özellikle sosyal medyanın (facebook, twitter, instagram, whatsapp vb) kölesi haline gelmiş dolayısıyla çocuklarının yüzüne bile bakmayan anne-babalar var.

Oysa “her çocuğun her gün, kendisine önem veren ve özel olduğunu düşünen bir yetişkinle zaman geçirmeye ihtiyacı var” der Anetha Solter.

Bunu çok iyi bilin ki, sizin zaman ayırmadığınız çocuklarınıza, hiç istemediğiniz ve ihtimal vermediğiniz birileri ziyadesiyle zaman ayıracaktır. İşte o zaman, sizin pişmanlığınız hiçbir fayda sağlayamayacaktır. Hem siz, uyuşturucu kullananların 9, alkol kullananların da 11yaşa kadar düştüğünü biliyor musunuz? Bu korkunç ve ürkütücü duruma çocuklarınızın düşmemesi için ne yapıyorsunuz?

Ayrıca korku kültürünün egemen olduğu toplumlarda babaların çocuklarını “terbiye” etmede başvurdukları tek enstrüman, maalesef korkudur.

Zira korku kültürünün en belirgin karakteristik özelliği, bütün ilişkilerin, korku üzerine inşa edilmesidir.

Dolayısıyla mezkur hikayede bir yönü ile babanın çocuğuna olan tavrının özünde, korku kültürünün kapitalist mantalite ile konsolide olmuş ve sentezlenmiş halinin yansıması var.

Nitekim birçok baba, çocuklarına mesafe koyarak, korku ve baskı ile “terbiye” etmeyi, en doğru yöntem olarak biliyor. Dahası birçok baba, çocuklarına karşı görevlerini her fırsatta büyük bir minnetle:“ben, sizin için çalışıp para kazanıyorum” demenin ötesine geçmemektedir.

Dahası ne babalar biliyorum, kapitalist bir mantalite ile çocuklarına karşı babalık görevlerini sadece giydirmek, yedirmek ve içirtmek olarak sanan… İşte “senin neyin eksik” vurgusunun bilinçaltında da bu kapitalist realite yatmaktadır.

Oysa her babanın en temel ve en öncelikli görevi, çocuklarına şefkatli davranmasıdır.

En dramatik olan da, çocuklara zaman ayırmanın, ilgi ve sevgi göstermenin “ayıplandığı” bir paradigmanın vücut bulduğu bir kültürde yaşıyor olmamızdır.

Kısacası korku kültüründe “iki eşit insan” yoktur. Korku kültürü, yaşamda “zorbalığı” temel alır. Korku kültüründe en önemli şey “güçtür”. Dolayısıyla korku kültüründe güçlülerin “üstünlüğü” ve “imtiyazı” vardır. Doğan Cüceloğlu’nun değimiyle: “Bir toplumda korku kültürü egemense insan, insan olma sürecini tamamlayamaz. Çünkü orada ne gerçeğe koşulsuz saygı vardır; ne de can önemsenir.”

Sanırım bu bağlamda bir insanın insan olma sürecini eksik bırakan en temel şey, “sevgisizliktir.” Dolayısıyla sevgiden mahrum bırakılan bir çocuk, insanlık sürecini tamamlaması zinhar mümkün değildir.

Dahası korku maskesinin altında ve sopanın gölgesinde “sevgi” sahtedir. İnsanın ruhuna ve kalbine hitap etmez. Hatta insanların düşünsel zeminlerinde “fırsatçılığı” inşa eder. Dolayısıyla bağlığı ve sahiciliği yoktur.

Evet, ey anne babalar, en değerli varlıklarınız olan çocuklarınızı sevgisiz, ilgisiz ve şefkatsiz bırakarak ihmal etmeyiniz. Telefonunuza odaklandığınız ve televizyon kumandasına sarıldığınız zamanın yarısı kadar çocuklarınıza zaman ayırırsanız, emin olun ki çocuklarınız ne “telefon” ne de “kumada" olmayı istemezler. Sadece ve sadece “mutlu” olurlar.

Bütün çocukların mutlu olması dileğiyle…

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.