Ah Nerede Vah Nerede !!!

 Günümüz hayat koşullarında, çocukluğunu özlemeyen, o yıllara doğru nostalji yolculuğuna çıkmayan yoktur aramızda. Çocukluk yıllarında sokaklarda oynadığı oyunları hatırlayınca tebessüm etmemek mümkün müdür. Ne zaman bir çocuk görsem, çocukluğum gelir aklıma. “Ah nerede bizim çocukluğumuz ve çocukluk oyunlarımız” demeden geçemiyorum.

         Ne güzeldi evlerimiz, akşamlarımız bir başka güzel olurdu. Öyle çok odalı evlerimiz yoktu, tek lambalı odalarda yaşardık. Guzine sobadan sızan ışığın duvara vurduğu yansıma ile annemin yaptığı deve, tavşan kurt, eşek, kuş gibi gölge oyunlarını izlerdik hayranlıkla. Bazen de annemin anlattığı hikâyeleri dinler güllü, develi, cüceli bahçelerde gezinirdik düşlerimizde.

          Biz çocukken, doya doya oyunlar oynardık mis gibi havalarda. Rengârenk parklarda, korumalı salıncaklarda sallanamadık, zıpzıplarda zıplayamadık belki, ama kız kardeşim ile yamuk bir salıncakta kucak kucağa sallanmanın tadına vardım. Çamurdan topraktan tabak kaşık yapmanın, çamaşırlarıma kadar kirlenmenin keyfini çıkardım. Gerçekten en mutlu zamanlarımızdı onlar bizim. Değişik oyunlar türetmenin hazzı, bir şeyleri keşfetmenin verdiği gurur vardı.Komşu çocukları ile sokaklar bizden sorulurdu. Öyle kötü arkadaş, iyi aile çocuğu değil, o fakir bu zengin diye ayrım yoktu aramızda. Evlerde toplanıp, evcilik oynardık,  herkes ne mesleği seviyorsa o role bürünürdü. Annelerimizin bezden diktiği bebekleri kişileştirir, hem senarist, hem yönetmen hem de oyuncu olurduk. Günümüz dizi filmlerine taş çıkarırcasına kadrolaşırdık, öyle oyunu yarıda bırakıp kapris de yapmazdık, çünkü arkadaşlığın, dostluğun ne demek olduğunu çok iyi bilirdik o küçücük yaşlarımızda.          Tüm sokaklar bizimdi, öyle koca koca binalar yoktu mahallemizde. Sokaklarda duvarlara tırmanır, çimlerin üzerinde sürünürdük, öyle kirlenmek gibi bir derdimizde olmazdı. Şu saatte evde ol demezdi annelerimiz, eve gitmemiz gerektiğini ya da karnımızın acıktığını unuturduk.  

        Okul vakitlerimizin dışında, sabahtan akşama kadar sokaklarda körebe, uzuneşek, saklambaç, çelik çomak, birdirbir, mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım, beş taş, seksek, ip atlama, menekşe mendilin düşe, çember çevirme, köşe kapmaca, topal karga, yakan top, istop, körebe, aç kapıyı bezirgân başı, çömçe gelin, deleme ( topaç ) çevirmek, dokuz taş, isim şehir oyunu, misket, istop ebe gibi oyunları oynardık. Koşar, zıplar, atlar ve arkadaşlarımızla vakit geçirmenin tadını çıkarırdık.

              Arkadaşlarımızın “Birgül pabucu yarım çık dışarıya oynayalım” diye tekerlemelerleri çağırmaları hala kulaklarımda. Öyle ben bunu yapacağım demez, sıramızı ve ebemizi belirlemek için “o piti piti karamele sepeti”… Gibi çeşitli sayışmalar ile başlar, ya da yazı tura atacağımız paramız olmadığı için,  küçük yassı bir taş parçasının bir yüzüne ıslatır “yaş mı kurumu” diye yazı tura atardık. Grup oyunları içinde, “aldım, kestim, ben seni seçtim” diye eş seçerdik, seçilen de seçilmeyen de bunu bir oyun olduğunu bilir küsme olmazdı aramızda. Tabi arada oyun bozan arkadaşlarımız olurdu, yine onları da “Mustafa mıstık, arabaya kıstık, üç mum yaktık seyrine baktık” gibi tekerleme ve manilerle uyarırdık.

          Çocukluğumuzda oynadığımız oyunlar, güzel şeyler yaratma, ahenkli hareket etme, kazanma, yitirme, gülme, güldürme, alay etme gibi duyguları tatmamızı sağlardı. Çocukluğumuzdaki oyunlar, işbirliğini, paylaşmayı, uyumu öğretirdi. Her şeyden önemlisi mutluluk getirirdi. Arkadaşlarımız ile oyun oynamaya başladığımız zaman toplumsal ilişkileri de öğrenmeye başladığımızı ve oyunlarla birlikte yüklendiğimiz rolün üstesinden gelebilmek için sorumluluk duygumuzun arttığını yıllar sonra farkına vardım. Çocuk oyunlarıyla kurallara uymayı, yenmenin yanı sıra yenilmenin de olduğunu öğrendik. Duygularımızı, hayallerimizi ve isteklerimizi oyun yoluyla dile getirirdik. Oyun oynarken büyüklerimizi taklit ederdik, onlar gibi sorunlarımızı belirler ve çözmeye çalışırdık.

      Şimdi ki çocuklara üzülmeden geçemiyorum. Hangileri sokak oyunlarını biliyor. Zihinsel, bedensel gelişimi sağlayan, iletişimi öğreten, paylaşımı geliştiren eski oyunlarımız yaşam tarzımızın teknolojiye yenik düşmesi sonucunda sönmeye yüz tutarak kayboluyor. Yeni nesil çocuklarımız ne kadar şanslı olduklarını söylediklerini duyuyorum, ama bizim eski oyunlarımızı anlattığımızda, dinlerken, nasıl iç çekip nasıl mutlu olduklarını gözlerinden okuyorum.

          Oysa bir hünerdir ipe basmadan atlamak, gizlendiği yerden yakalanmadan çıkmak ve sobelemek duvara tırmanmak, mendil kapmaca oynamak, kavun karpuz oyununda iyi esnaf olmak, evcilikte iyi bir anne ya da baba rolünü gerçekleştirmek, körebe oynarken aradığını bulmak, ya da üstü üste dizili dokuztaşın hepsini serebilmek yere… Takım kurarken “aldım verdim ben seni yendim” tekerlemesiyle ilerleyen çocuğun kalbindeki heyecanı hangi bilgisayar oyunu sağlayabilir ki…

      Ne oldu ki sokaklar oyunsuz, oyunlar çocuksuz kaldı. Günümüzde, çocuk oyunlarına duyulan ilgi azalmış, kentleşme arttığı için oyun alanları daraltılmıştır, çocuklar evlerine hapsedilmeye mahkûm bırakılmıştır. Evde hareket alanı daralan çocuklar kendini bir anda bilgisayarın başında bulmuştur. Hiçbir sıcaklığı olmayan bu oyunlar, çocuklardan çocukluk duygularını çalarak makineleştirmiştir. Ayrıca şiddet içerikli bilgisayar oyunu oynayan çocuklar şiddete eğilimli oluyorlar.

        Çocuk olmak, çocukça yaşamak, hayatımızın şekillenmesinin temelidir.

       Ah çocuk olsam!!!

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.