Orucun Yükümlülük Şartları

 Orucun yükümlülük şartları denince, bir kimsenin oruç ibadetiyle yükümlü
(mükellef) sayılması, farz veya vâcip bir orucun bir kimsenin zimmetinde
borç olarak sabit olması için aranan şartlar kastedilir. Fıkıh literatüründe
bu şartlar, ‘orucun vücûb şartları" olarak da anılır. Oruç tutmamayı mu
bah kılan mazeret halleri de, bu yükümlülük şartlarını açıklayan ilâve bilgilerdir.
a) Yükümlülük Şartları
Namaz mükellefiyeti için gerekli olan şartlar yani Müslümanlık, ergenlik
(bulûğ) ve belli bir aklî olgunluk düzeyinde olmak (akıl), oruç için de gerekli
ve geçerlidir.
Ergenlik yaşına gelmeyenler ibadetlerle yükümlü olmamakla birlikte,
alıştırmak ve ısındırmak maksadıyla, aile büyükleri onlara ara ara namaz
kılmalarını ve oruç tutmalarını söyleyebilir. Peygamberimiz, yedi yaşından
on yaşına kadarki sürede çocuğun namaza alıştırılmasını önermiştir. Bedenî
durumları dikkate alınmak şartıyla çocukların 8-9 yaşlarından itibaren oruca
alıştırılmaları da uygundur.
Genel vücûb şartları yanında kişinin ayrıca oruç tutmaya güç yetirecek
durumda olması ve yolcu olmaması da şarttır. Bu şartlar orucun edasının
vâciplik şartları olarak da adlandırılır. Oruç bahsinin başında zikrettiğimiz
âyetin belirttiğine göre, hasta ve yolcu olan kişiler isterlerse oruç tutmayabilirler.
Fakat tutmadıkları oruçları normal duruma döndükten sonra kazâ
ederler. Hasta için normal durum iyileşmek, yolcu için ise, yolculuğun bitmesidir
(ikamet). Oruç tuttuğu takdirde kendisinin veya çocuğunun zarar
görmesi muhtemel olan gebe veya emzikli kadınlar da oruç tutmayabilirler.
Hatta zarar görme ihtimali kuvvetli ise tutmamaları gerekir. Durumları normale
döndüğünde tutamadıkları oruçları kazâ ederler.
Yaşlılık sebebiyle oruç tutmaya artık gücü yetmeyenler, bunun yerine bir
fakir doyumluğu olan fidye verirler.
b) Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Mazeretler
Kur'an'da ve hadislerde, dinde insanlara zor gelecek hiçbir yükümlülüğün
bulunmadığına sıklıkla işaret edildiğini, herhangi bir sıkıntı ve meşakkatin
bulunduğu durumda da mükelleflere birtakım kolaylık ve ruhsatların
tanınmış olduğunu biliyoruz. Bu genel ilkenin bir parçası olarak, bazı durumlarda
farz olan ramazan orucunu tutmamaya da müsaade edilmiştir.
Ramazan orucunu tutmamayı mubah kılan mazeretler (özürler) genel
hatlarıyla şunlardır:
1. Sefer. Sefer (yolculuk) hali genellikle, sıkıntı ve meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda kolaylıklar getirilmiştir. Yolcu olanlar için, namazın terkine değil, kısaltılmasına veya cemedilmesine ruhsat verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun terkedilmesine ruhsat verilmiştir (bk. el-Bakara2/183-184). Bununla birlikte yolcu sayılan kimsenin, eğer gerçekten bir sıkıntı yoksa ve zarar da görmeyecekse oruç tutması daha faziletli görülmüştür.
Geceden niyetlendiği orucu tutarken, gündüzün yola çıkmak durumunda
kalan kimse, Hanefîler'e göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur; fakat
bozması durumunda kefâret gerekmez. Şâfiî ve Hanbelîler ise, ramazan
ayında Hz. Peygamber'in Mekke fethine çıktığında Kadîd denilen yere varıncaya
kadar oruçlu olup orada orucunu bozduğuna dair rivayete dayanarak,
geceden niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söylemişlerdir.
Savaş durumu veya cephede uzun süre çatışma durumu da aynı
şekilde bir mazerettir. Bu durumlarda kalan kişi, sağlığına ve görevine uygun
düşen seçeneğe göre hareket etmelidir.
2. Hastalık. Hastalık da birtakım ruhsatların sebebi olan bir durumdur.
Yüce Allah, bölüm başında zikredilen âyette hiçbir kayıt getirmeden hasta
olanların, iyileştikleri bir vakitte oruç tutabileceklerini ifade etmiştir. Bu bakımdan
oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından
endişe eden, yahut böyle olmamakla birlikte oruç tutmakta zorlanacak olan
kimseler oruç tutmayabilir veya başlamış bulundukları orucu bozabilirler.
Oruç tuttuğu takdirde hasta olacağı tıbbın verilerine göre kuvvetle muhtemel
olan kişinin de hasta hükmünde olduğu söylenmiştir.
3. Gebelik ve Çocuk Emzirmek. Gebe veya emzikli olan kadınlar,
kendilerine yahut çocuklarına bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç
tutmayabilirler. Bunlar bir yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara
bu ruhsatı tanıyan hadisler de bulunmaktadır (Nesaî, “Sıyâm”, 50-51, 62; İbn
Mâce, “Sıyâm”, 3).
4. Yaşlılık. Dinimiz oruç tutmaktan âciz olan yaşlı kimselerin oruç tutmasını
istememiş, bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak
kadar fidye vermelerini öngörmüştür. Bölüm başında zikredilen
âyette oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin veya tutmaya çalıştıkları takdirde
büyük bir sıkıntı çekecek olanların fidye vermeleri gerektiği ifade edilmektedir.
İyileşme ümidi bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak ramazanda
oruç tutma gücüne sahip olmayıp da, daha sonra kazâ edebilecek
durumda olanlar fidye vermeyip tutamadıkları oruçları kazâ ederler.
İyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi veren kimse daha
sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz; oruç tutması
ve önceki tutamadığı oruçları kazâ etmesi gerekir.
5. İleri Derecede Açlık ve Susuzluk. Oruçlu bir kimse açlıktan veya
susuzluktan dolayı helâk olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddi boyutta
bozulacağından endişe ediyorsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye veya
doktor raporuna göre kuvvetle muhtemel ise, orucunu bozması câiz olur.
Hatta ölüm tehlikesi açıksa oruç tutması haram olur.
6. Zor ve Meşakkatli İşlerde Çalışmak. Esas itibariyle bir insanın
ibadetlerini normal bir şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde
çalışması veya çalıştırılması doğru değildir. İnsanın ibadetini sağlıklı bir şekilde
yapmakla geçimini temin ikilemi arasında bırakılması insan hakları
açısından kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir durumda
bırakılan kişi, eğer toplum kendisine daha iyi iş imkânları sağlayamıyorsa,
dolayısıyla işinden ayrıldığı takdirde geçim sıkıntısı çekmesi kesin veya
kuvvetle muhtemel ise, bu durumda oruç tutmayabilir. Geçici bir süre ağır
bir işte çalışmak durumunda kalan ise bu durumda oruç tuttuğu takdirde
sağlığına bir zarar erişeceğinden endişe ediyorsa oruç tutmayabilir. Bunlar
imkan bulurlarsa kaza ederler, deðilse oruç yerine fidye verirler.
Kur'an'da oruç tutmamayı mubah kılan mazeretler olarak hastalık, yolculuk
ve oruca güç yetirememeden söz edilmiştir (el-Bakara 2/184-185).
Fakihler de oruç tutmama ruhsatını bu üç durumla sınırlı tutmayı tercih etmiş,
bu üç durumun ortak özelliği meşakkat olsa bile, her meşakkat halinde
oruç tutulmayabileceğini söylemekte mütereddit davranmışlardır. Bunun en
başta gelen sebebi, mükelleflerin sübjektif ve değişken bir durum olan meşakkati belirlemede ölçüsüz veya mütesâhil davranıp olur olmaz bahanelerle
orucu terketmesine yol açma, yani bu ruhsatı kötüye kullanma endişesidir.
Bununla birlikte oruç ibadeti, netice itibariyle kul ile Allah arasında kalan bir
yükümlülük ilişkisi olduğundan, mükelleflerin yukarıda sayılan mazeretler
ışığında kişisel inisiyatiflerini kullanması, mazeretleri içlerine sinmediği sürece
orucu terketmemesi, haklı ve geçerli bir mazeretlerinin bulunduğuna iyice
kani olduklarında da anılan ruhsattan yararlanması isabetli bir tutum olur.
Sıralanan bu mazeretlerden biri sebebiyle oruç tutamayan kimse, oruca, oruçlulara ve ramazan ayına hürmeten, mümkün oldukça bunu belli etmemelidir.
Canına veya bir uzvuna yönelik bir tehdide mâruz kalan kimsenin nasıl
davranacağına ilişkin olarak kimi âlimler, zorlama karşısında ramazan orucunu bozmayıp zulmen öldürülen kimsenin günahkâr olmayacağını; tersine
dinine bağlılığını gösterdiği için büyük bir sevap kazanmış olacağını söylemişlerse de ağırlık kazanan görüş bu durumda orucu bozmanın daha doğru
olacağı yönündedir. Hatta tehdit altında kalan kişi, oruç için tanınan yolculuk,
hastalık gibi bir mazerete sahip ise, zorlama karşısında orucunu bozmazsa
günahkâr olur.
Düğün veya sünnet yemeği gibi bir ziyafete çağrılan kimsenin, genel olarak
diğer davetlerde olduğu üzere bu davete icabet etmesi, dostluk bağlarının
güçlendirilmesi veya ilişkilerin geliştirilmesi vb. amaçlara hizmet edeceği için
teşvik edilmiştir. Nâfile oruç tuttuğu bir günde böyle bir ziyafete çağrılan
kimse, sözü edilen olumlu amaçlara hizmet edeceğinden eminse, bu davete
icâbet etmesinin yerinde bir davranış olacağı; fakat, yine de beklenmedik yararlara ve güzelliklere yol açabileceği mülâhazasıyla genel olarak bu tür davetlere icâbet edip orucunu bozmasında bir beis bulunmadığı ifade edilmiştir.
Başlanmış olan nâfileyi tamamlamak gerektiği kuralı sebebiyle bozduğu bu
orucu daha sonra kazâ eder.

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.